Kayıtlar

Nisan, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tuba Ağacı

Resim
Prof. Dr. Zekai Özdemir x Kadir! Yalnızlık tek gerçeği olan Kadir. Gözleri, ışığını ve ümidini kaybetmiş Kadir’in, kırılmış gönlünün dertlerle dolu olduğu besbelliydi. Minneti edebiyle birleştiren Kadir, öylece sessizlik içinde tüm gün çınar ağacının altında otururdu. Dedim ya yalnızlık Kadir’in gerçeğiydi. Kadir’in yüzünde öksüz bir karanlığın ışığı vardı. Tıpkı gece gökyüzündeki ay gibi hep düşünceliydi. Gönül mirası olmayan Kadir, yıldızları uzaktan severdi. Hatta gözleriyle okşardı onları. Sonra mı? Ay’a sarılır, Çınar ağacının altında uyurdu. Kadir, öksüzlüğünün yanında yalnız ve evsizdi ama ruhsuz ve gönülsüz değildi. Kadir’in dağın tepesinde veya ağaç kovuğunda yaşamayı seçmeyip bir çınar ağacının altını seçmesi çok manidardı. Çünkü o kendini Tuba ağacına benzetirdi. O nedenle dünyada, ahirette yaşar gibi yaşıyordu. Kadir ağacın altında ‘’dünya adamı değilim, ahiret adamıyım’’ der gibi oturur, yatar, kalkardı. Ağacın altı hem evi, hem mezarıydı sanki. Kudüs ve İstanbul, Müslüman...

LALE

Resim
Prof. Dr. Zekai Özdemir Suadiye Teyfik bey sokaktaki otuz iki numaralı evi arıyordu, Levent. Levent bekar  zeki  ve geleceği çok parlak bir çocuktu. Hatta arkadaşları ona geleceğin altın prensi lakabını takmıştı. Gözleri en az bu gün ki güneş kadar ışık doluydu.Zamanın hastalığı olan şizofren bir tavrıda yok değildi.Öyle bir hastalık ki geldim mi gitmek bilmezdi.Levent bu hastalığa başka bir isim bulmuştu, ruhun kanseri.Levent işte bu nedenden dolayı kendini istikbal fecrinin güneşi olarak görmüyordu.Levent'in mehtaplı akşamları niçin sevmediği belli olmuştu.Baygın ve gümüşlü akşamlar onu daha ziyade mutlu ediyordu. Sanki karanlığın içindeki zehir ruhunun içindeki kanseri öldürüyor, baygın ve gümüşlü akşamları mehtaplı akşamlara tercih ediyordu.Birde yağmur yağmış olursa zehrin ruhundan süzülüp gittiğini düşünür, sağlığıma kavuştum der ve uyurdu. Hey hat sabah olunca yine ruhunun derinliğindeki kanserin acısını his eder, dışarı, güneşe çıkmak istemezdi. Teyfik bey sokakta yürü...

Çikolatalı Gofret ile Talat

Resim
Mehmet Dikkaya Tam ortalarına bırakılan yemi yutmak için eşit koşullarda olmalarına rağmen iki kurbağadan semiz olanının sergilediği arsız tavrı izlerken yine geçmiş yıllara gittim. Arsız olanı, daha mütevazi kurbağa henüz ağzını açmadan tam ortalarına bırakılan yemi midesine indiriveriyordu. Ortada bir adaletsilik olduğu açıktı. Çoğunlukla vicdanları kanatan şey de tarih boyunca adalet konusunda yaşanan sorunlar olmuştur. "Küfür devam eder ama zulüm (adaletsizlik) devam etmez" sözü bu minvalde kutsal bir miras olarak yüzyıllardır dilden dile dolanır durur. Henüz yerli sanayi ürünlerinin halka ulaşamadığı ilkokul yıllları idi. Yerli ürün derken, bir çocuğun tornavida veya matkap ihtiyacını falan kastediyor değilim elbette. Basit gıda ürünleriydi bunlar. Düz bir çikolatalı gofret veya o zamanın koşullarında bir çocuk için ulaşılması çok zor sıradan bir çikolata idi örneğin hayalleri süsleyen. Derslerde de bu örneği veririm sık sık. Türkiye ekonomisi derslerinde. 1980 öncesi dö...

Çocukluğun Psiko-Politiği

Resim
Mehmet Dikkaya Henüz dört yaşında idi. Bir şubat ayıydı. Evlerinin önünde bir kalabalık toplanmıştı. Yazın fasülye sırığı olarak kullanılan istiflenmiş sopalardan olabildiğince büyük olanlarını özellikle tercih ettiği anlaşılan sakallı bir adam bir kadıncağızın üzerine yürüyordu elinde o sırıklardan birisini savurarak. O zavallı kadın nasıl bir suç işlemişti? Bayram değil, seyran değil, o kadar kalabalık neden, üstelik bir kış günü toplanmıştı sakallı ve kısa boylu adamın etrafında? Neden bu adamı sakinleştirmeye çalışıyorlardı? Çocuk bunları düşünüyor ve anlam veremediği bir belirsizlik içinde balkondan, bu sonradan bütün yaşamını etkileyecek manzarayı hıçkırıklar içinde seyrediyordu. Üstelik öz annesi olan o kadının böylesi toplumsal bir travmanın ortasında neden bulunduğu konusunda kafasında uçuşan soruları bastırarak... Aslında hıçkırıkların sahibi tek bir çocuk değildi. Yanında kendisinden dört yaş büyük ikiz abileri, belki de o anda yeryüzünün en duygusal korosu olan olan bu man...

Züleyha

Resim
Prof. Dr. Zekai Özdemir Ne kadar zordur, birinden bir şey istemek. Ondan da zor bir şey daha var ki “yatağın içinde tek başına ağlamak”. İşte böyle gergin bir günde tanıdı Züleyha’yı. Züleyha on sekiz yaşlarında oldukça naif, aydınlık veren samimi ve içten bakışlı beyaz tenli biriydi. İlk bakışıyla hemen insanın kalbine işlerdi. Gülümsemesi saf ve masum, oldukça inandırıcı gelirdi. Ağlaması da gülümsemesinden farklı değildi. İnsan en sıkıntılı zamanında ona baksa çocuksu saflığıyla bir ferahlık ortaya saldığını ve yumuşak bakışıyla da onları rahatlatırdı. Onun doğası doğuştan güzeldi. Bu küçük yaşına rağmen nasıl ve nereden öğrendiğini bilmediğim şeyler konuşurdu Züleyha. İşte bir cümlesi; “ahlakî yoksulluk bütün fiziksel acılardan daha acıdır.” Yine devam etti “ahlaki yoksulluk fakirliğin en alt seviyesidir”. Şaşkın şaşkın yüzüne bakmama rağmen içimi huzurla doldurdu, Züleyha ve Züley-ha’nın bu cümleleri. Züleyha ve onun cümlelerinin ilki sıra dışıydı, belli olmuştu. Belli olmuştu Zül...