LALE
Suadiye Teyfik bey sokaktaki otuz iki numaralı evi arıyordu, Levent. Levent bekar zeki ve geleceği çok parlak bir çocuktu. Hatta arkadaşları ona geleceğin altın prensi lakabını takmıştı. Gözleri en az bu gün ki güneş kadar ışık doluydu.Zamanın hastalığı olan şizofren bir tavrıda yok değildi.Öyle bir hastalık ki geldim mi gitmek bilmezdi.Levent bu hastalığa başka bir isim bulmuştu, ruhun kanseri.Levent işte bu nedenden dolayı kendini istikbal fecrinin güneşi olarak görmüyordu.Levent'in mehtaplı akşamları niçin sevmediği belli olmuştu.Baygın ve gümüşlü akşamlar onu daha ziyade mutlu ediyordu. Sanki karanlığın içindeki zehir ruhunun içindeki kanseri öldürüyor, baygın ve gümüşlü akşamları mehtaplı akşamlara tercih ediyordu.Birde yağmur yağmış olursa zehrin ruhundan süzülüp gittiğini düşünür, sağlığıma kavuştum der ve uyurdu. Hey hat sabah olunca yine ruhunun derinliğindeki kanserin acısını his eder, dışarı, güneşe çıkmak istemezdi.
Teyfik bey sokakta yürürken büyüdüğü alı al siyahı siyah gelinciklerle dolmuş dağların tepelerinden gözlerini kaydırıp menekşe rengine boyanmış sağlı sollu bahçelere bakıyordu. Levent'in mavi gözleri yoksulluktan çökmüş olmasına rağmen yukarda zikredieldiği gibi yinede parlaktı.Levent sersem gibi fakat otuz iki numaralı evi bulacak kadar ayıktı.Kısacası evi buldu.Ev sanki papaz asrından kalmış kadar eski görünüyordu. Yani ev bir Ermeni evine benziyordu.Ev ahşap ve iki katlı. Levent hakikatin düştüğü kuyudaymış gibi Teyfik bey caddesinde yürümüş ve.Nihayetinde otuz iki numaralı konağı
bulmuştu.Bahçe kapısı açıp içeri girdi.Kapının zilini çalacaktı ki açık olduğunu gördü ve içeri yavaşça süzülürken kimse yok mu diye seslendi.İçerden ses gelmemişti.
Bahçesinde alı al moru mor çiçekler ve bir ergüvan ağacı ağacın altında bir salıncak birde tahtayavalli vardı.Belli ki evde ya çocuk var veya çocuk ruhlu insanlar. Hayır hayır yanlış oldu; papaz devrinden (yani dini başka milleti başka olan devir) arta kalmış çocuksu hatıraların sallandığı veya tartıldığı iki anıtsal belge.Papazlar yok yok rahipler devri kadar meçhul evin açık olan kapısından Levent usulca girdi.
Levent koridoru geçti ve salona girdi.Salon mobilya ve resimlerle doluydu.Levent mukaddes bir yere girmiş gibi sessizce yürüdü ve evde bir kimsenin olmamasına mana veremiyordu.Arka bahçe kapısından geçip orada da seslendi kimse var mı diye.Yine cevap alamadı ve tekrar içeri girip merdivenlerden yukarı çıktı.Merdivenin karşısındaki odaya girdi.Odanın halinden buranın genç bir kıza ait olduğunu anladı ve etrafa dikkatlice bakındı.Çalışma masası ve üzerinde duran bir defteri gördü.Defteri açtı ve bunun bir günlük olduğunu anladı.Koltuğa oturdu ve tanımadığı fakat ismini bildiği genç kızın günlüğünü okumaya başladı.”İlk cümle beni kurtarın beni kurtarın diye başlıyordu.Bu Gurubu ve gecesi olmayan gündüzden arta kalan bir feryattı sanki.Feryat ince bir lisan değildi fakat ince bir lisan gibi Leventi etkiledi ve okumaya devam etti.Bahar sabahında kabuslu bir rüya ile uyandım.Dünyada yârini yazan tek adam Karl Marx’tı, ben bile dünlerimi yazıyorum.Fakat bu gün ki gözüm dün ki hakikatlerin renkleri artık aynı göremiyordu.O zamanlar mesuttum, şimdi meyus, o zamanlar ümitvarken şimdilerde lakayt.Şimdi dünlerimi hakikatleri nasıl yazabilirdim ki?Evren gibi değiştim ve değişiyorum. Hayatımı sabitlemek için yazıyorum fakat yine her şeyin nasıl hızla değiştirdiği fark ediyordum.Yaşamakta ölmekte senin beyninde, kaderinde değil”.Levent bu cümleyi okuyunca defteri kapattı.Canı sıkılmıştı.Odadan çıktı.Aşağı kata tekrar indi.Şöminenin önüne oturdu ve ev sahibesini burada beklemeye karar verdi. Zaman nasıl geçti hatırlamıyordu.Fakat evin bütün döşemesinin yerlerini hafızasına kazımıştı.Eşyalarla konuşmayı oldum olası sevmişti.Şömüne kalbinin ateşi, avize yıldızları, koltuk ağaç kovuğunu ve nihayet masa musalla taşını hatırlatırdı.Bu nasıl bir şeydi.Yine karşısına “ölüm” ve ölümle ilgili semboller çıkmıştı.O ölümden kaçarken ölüm onun peşinden geliyordu.Başını elleri arasına aldı ve bir daha “ölüm hakikatini” hayır hayır ölüm hakikatinin rengini hatırlamayacağına karar verdi.Birden şömünenin yanında duran çelloya gözü takıldı.Bütün eşya ile konuşurken bir tek onunla konuşamadı.Bir süre gözleri Çellonun telleri arasında dolaştı fakat ne Çello ona ne o Çelloya bir şey söylemedi.Sonra Çellonun yayını aradı bulamadı.Acaba yay yok ondan mı sohbet edemiyorum dedi ve yayı odanın içinde aramaya başladı.Sonunda onuda masanın hayır masanın değil musalla taşının altına kopmuş halde buldu.Yay ölmüş dedi içinden.Yay ölmüşse Çello konuşamaz ki diye düşündü.Tekrar şöminenin önündeki koltuğuna oturdu."İnsan zihni eşyanın zihniyle aynı çalışmaz ki, insan zihni tuhaf çalışır. Hatta bazen insanda akıl tutulması görülür ve eşya ile konuşur.Eşyaları bu insanlardan kurtarmalıyız diye düşündü" Levent. Levent, inzivaya çekilmiş asude bir huzur arayan yalnız adam olmuştu sanki.Tekrar Başını Ellerinin arasına aldı, gözlerini kapadı ve derin derin düşünmeye başladı."vazgeçmediği Ülkü'leri ve kusursuz olduğuna inandığı Tanrı'lara mahsus hayatı, kutsal bir ayin gibi geldi bir an.Heyecan sevinç üzüntü keder hepsi iç içe geçmişti.ne demişti bu hususla ilgili Halil Cibran; İnsan hüzün ve sevinç arasında asılı durur. Levent'e böyle düşünüyordu.Düşünceleri sert bir rüzgar gibi kafasında esiyordu.Yalnızca İsmini bildiği kızın yaşadığı salonu bu sert rüzgar iyice soğutuyordu. Sanki üşümeye başlamıştı.Bir kaç kez derin derin nefes alıp verdi ve tekrar düşüncelere gömüldü.Düşüncelere öyle daldı ki rüzgarın uğultusunu bile duymuyordu artık. Sonra nasıl olduysa birden kendini düşüncelerinden uzaklaştığını fakat görmediği ve bu eşyaları eskiten kızı hayal etmeye başladı.Belki bu bir zamansız haykırıştı ama olsun yinede onu hayal etmeye karar verdi.Önce kuğu gibi uzun boyun ve bu uzun boyuna yedi uçlu ve yedi uca yedi mavi Yakut takılmış olduğu düşündü. Sonra niçin "yedi" diye aklından geçerken, dünyaının yedi günde yaratılışını temsil ettiğinde hayalini sabitledi.Niçin mavi sorusunu kendi kendine sormaya gerek kalmamıştı, bu cevabınde içinde bu sorununda cevabı gizlenmişti.Levent muhteşem yalnızlığını o kızı hayal ederek gidermeye çalışıyordu, belli ki.Onu düşünmeye başladığında nefesinin düzeni kalbinin ritmide bozulmaya başlamıştı, bile.Asıl yapmak istediği hayal ederek düşünmek değil, hayal ederek irade gücüne ulaşmaktı. O nedenden olacak ki nefes alışını ve kalp ritmini böylece dengeye sokacağını düşündü.Biliyordu o Çelik bir irade ne nefesi ne de kalbi, hayattan silemezdi.Kendi dünyasında kızın sırlarını çözmeye çalışırken kendi sırlarıyla yüzleşeceği, Levent'in hiç aklına gelmemişti. Kendi dahil o kızda Levent için Gonca bir güldü. Bunu düşününce yüzünde bir sancılı tebessüm oluştu.Levent başladı vicdanlı bir yargıç gibi kendini yargılamaya; ben kaliteli bir yalnızlığı yaşayan biriyim. Bunu sadece mavi gözlerinin alev alev yanması değil kızıllaşan beyaz yüzüde destekliyordu.Levent'in kendine değil hayat tarzına hayranlığı vardı.Kendini idrak edene "yalnız adam" denir dedi içinden. Birden Kendi kendisini otopsi masasına uzatmış olduğunu his etti.Canlı canlı otopsi masasına ilk uzanan kendisiydi, belki. Ne garip değil mi hem ölen hem canlı. Ne garip değil mi hem ölü Hem doktor. İnsanın kendini öldü olarak düşünmesi Sonra kendisinin ölüm nedenini bulmak için otopsi yapması, bir gariplik daha.Yaşarken ölmek, işte bu olsa gerek. Yaşayan insanı öldürmek, ölen insanı yeniden yaşatmak arzusuyla Levent bunu yapmıştı.Halbuki Levent biliyordu ölümün telafisi yoktu.İnsanın kendini öldürmesi mi yoksa başkasını öldürmesi mi cinayettir, yoksa her ikiside mi.Hem katil Levent hem öldürdüğü kendinin ölüm nedenini arayan doktor Levent.Katilini arayan Levent.Levent bu kadar çelişkiden kendini kurtarmak için hemen kızı düşünmeye başladı. İlk teşhisi; o da kaliteli yalnızlığı olan biriydi. Eşyalar açık ve net buna delildi. Çünkü Kuşku yüklü bir gölge değildi eşyalar. Bütün eşya sanki tek başınaymış gibi duruyordu. Levent bunu kendi evinden biliyordu.
Levent birden gözlerini kapattı ve kızın resmini kapalı gözlerle eşyaların arasından geçirerek duvara çizmeye başladı. İlk önce uzun boynunu ve kolyesini çizdi. Sonra saçlarını kıvrım kıvrım çizerken, renginin nedense siyah olduğu düşündü ve öylede çizdi. Kaşlarının kalem dudaklarının ince burnunu narin şekilde boyadı. Gözlerini siyah değil "kara" çizdi.Boyunun uzun kilosu çok fazla olmadığını hayal ederken kapının gıcırtısıyla gözlerini açtı. Birde ne görsün resmini çizdiği kız aynı şekilde karşısında duruyordu.Mavi gözleri yerinden fırlamadan önce kendi ayağa fırlamıştı. Kız o billur sesi ve kara fakat şimşek bakışıyla; kimsiniz dedi.Levent kendine geldiğinde kızın gözleri kederli ve solgun bir hal almıştı. Levent ben baban Fikri amcanın cezaevindeki arkadaşı Maksut'un oğluyum. İsmim Levent sizde lale hanım olmalısınız dedi.Kız daha evet demeden Levent konuşmasını sürdürdü. İkimizde 1983 yılının temmuz ayında bu gün doğmuşuz. İkimizde babası farklı ideolojilerden cezaevinde bu haberi almışlar. Fikri amca devrimci, benim baban ülkücüymüş. Devlet baba iki farklı ideolojideki insanlar Atatürk'çü olsunlar diye bir koğuşa koymuşlar. Bizim doğum haberi koğuşta sevinçle karşılanmış ve babanla babam haydı "beşik kertmesi " yapalım çocukları demişler. Bu şaka zamanla baban "devrim kertmesi" babamda "Ülkü kertmesi" diye konuşup gülerlermiş. Zamanla baban ve babam dost ve arkadaş olmuşlar. Ama bu şaka hep konuşulmuş. Cezaevinden çıkıncaya yine görüşmeye devam etmişler yıllar Sonra babam sizin babanızın öldüğünü duyup cenazesine gitmiş. Orada sizi ve annenizi tanımış ve defin işleminden sonra annenizden adresinizi alıp ayrılmış.Babamı üç hafta önce kayıp ettim. İlk kez Fikri amca ve senden bahsetti. Adresinizi verdi git ve Lale'ye sahip çık, o senin hem devrim hem Ülkü beşik kertmen. Bende kalktım ve geldim. Lale duydukları karşısında ayaklarının gücünün gittiğini fark etti. Yakında bir koltuğa oturdu ve annemde buna benzer bir şeyler anlatmıştı dedi ve o an evin içinde bir patlama oldu.
Levent gözlerini açtığında bir hastane odasında buldu. Başında annesi ona yavrum şükür gözlerini açtın dedi.Sonra evde doğal gaz kaçağı olduğu ve patladığını anlattı. Yirmi üç gündür hastenede olduğunu söyledi.Leven on gün daha kadar hastanede kaldı ve taburcu oldu. Dışarı çıktığı an doğru Teyfik bey sokağa gitti. Evin yıkık halini ve caddede ki Lale'lerin sümbüllerin zambakların öldüğünü gördü ve sokağa dizlerinin üzerine çöktü, ağladı ve "asıl şimdi gönlümde doğal gaz patladı" dedi.
Yorumlar
Yorum Gönder