Çocukluğun Psiko-Politiği
Mehmet Dikkaya
Henüz dört yaşında idi. Bir şubat ayıydı. Evlerinin önünde bir kalabalık toplanmıştı. Yazın fasülye sırığı olarak kullanılan istiflenmiş sopalardan olabildiğince büyük olanlarını özellikle tercih ettiği anlaşılan sakallı bir adam bir kadıncağızın üzerine yürüyordu elinde o sırıklardan birisini savurarak. O zavallı kadın nasıl bir suç işlemişti? Bayram değil, seyran değil, o kadar kalabalık neden, üstelik bir kış günü toplanmıştı sakallı ve kısa boylu adamın etrafında? Neden bu adamı sakinleştirmeye çalışıyorlardı? Çocuk bunları düşünüyor ve anlam veremediği bir belirsizlik içinde balkondan, bu sonradan bütün yaşamını etkileyecek manzarayı hıçkırıklar içinde seyrediyordu. Üstelik öz annesi olan o kadının böylesi toplumsal bir travmanın ortasında neden bulunduğu konusunda kafasında uçuşan soruları bastırarak... Aslında hıçkırıkların sahibi tek bir çocuk değildi. Yanında kendisinden dört yaş büyük ikiz abileri, belki de o anda yeryüzünün en duygusal korosu olan olan bu manzaraya eşlik ediyorlardı.
Sonradan öğrendiğine göre, çocuğun babası yeni ölmüş ve ölmeden bir süre önce annesinin üzerine getirdiği kumanın mirastan alacağı pay etrafında kopmuş fırtına. Annesi şer'i hükümlere göre yapılacak taksimata razı olmuş, üstelik hamile olan kumasına, çocuğunu dünyaya getirinceye kadar yanında kalmasını teklif etmişti. Bu alicenap kadının teklfi taraflarca kabul edilmemiş ama bir iki eşya yüzünden kayınpederi tarafından dayakla ödüllendirilmeye (!) çalışılmıştı.
Kırklı yaşların başında aniden hayata veda eden çocuğun babası, bir kaç yıl önce altı oğlu ve daha otuzlarında olan eşinin üzerine bir kadın getirerek bu alışılmadık manzaranın temellerini atmıştı. Etrafında çok beyefendi bilinen birisinin aniden böyle bir karar alması çok yadırganmıştı ama 1970'lerin dünyasında, üstelik orta anadolu'nun ortasında bu konuyla ilgilenebilecek kimse yoktu. Günümüzde bile 6284 sayılı yasaya rağmen kadının hakları ve şiddete maruz kalması ile ilgili çaresizlik halleri düşünülecek olursa, Kovanağzı mahallesinde yaşanan bu dram, vicdan sahiplerinden başka kimsenin dikkatini çekmemişti.
Hem unutulur geçerdi. Kayınpeder değil mi, baba gibidir ve kadının öz babası ile aynı yetkilere sahip değil midir? Dayak yiyen kadın, sakallı adamın öz babasıyla eski arkadaşlar olsalar, hatta bizzat kendi eşinin yeğeni olsa da değildir elbette. Zira zulüm her zaman ve her yerde zulümdür. Üstelik yasını bile tutmadan bir kadının çocuklarının önünde dayak yemesinin açıklanacak hiç bir yanı yoktur.
Diğer yandan, dört yaşındaki o çocuğun karşı karşıya kaldığı o anlar bilinç altında öylesine yer etti ki, her tür ayrımcılık ve zorbalık karşısında göz bebekleri büyümeye başlardı. On yıllar süren bu tutum hiç değişmedi. Aslında halim selim ve yumuşak bir yaratılışta olmasına ve çevresindeki insanların hamlığı, kabalığı, vefasızlığı gibi konularda geniş bir merhamet marjı taşımasına rağmen iş zorbalık ve ayırımcılığa geldiğinde arslan kesiliverirdi. Dayak atmak veya yemek gibi, o dönemde bir çoğu için sıradan olan hallerin hiç birini semtine uğratmamaya çalışırdı. Elinden bir şey gelmediği durumlarda ise içi içini yerdi adeta.
Nitekim ilkokul üçüncü sınıfta iken, sınıfın en başarılı öğrencisi olmasına rağmen öğretmeninin attığı bir tokat karşısında sendeleyerek yere düşmüştü ve bu tek hareket ilk öğretmenini bir ömür boyu hafızasından silmesi için yetmişti. Allah'tan imdadına bir sonraki yıl, o ana kadar annesinden sonra gördüğü en melek yüzlü kadın olan Okta öğretmeni yetişmişti de bir tokatla yere kapaklanmanın travmasını çabucak atlatmıştı.
Çocuklukta yaşanan trajik bir-iki olay sonrası bilinç altına yerleşen bu zorbalık ve ayrımcılık konusunda keskinleşmiş psiko-politik hal, sonraki hayatında tercih edeceği yol ayrımlarında belirleyici bir rol oynadı kuşkusuz. Başta kadınlar olmak üzere etrafında bulunan hakları dezavantajlı kesimlerin haklarını çiğneyen yakınları ile sert tartışmalara girdi. Uzun yıllar yol arkadaşlığı yaptığı, samimiyet kurduğu bir çok arkadaşı ile fiziksel veya manen zalimlik yapmaya başladıkları anda yollarını ayırdı.
Daha önemlisi, politik tercihlerini zalimden ve zulümden yana olmama şekillendirdi. Aynı etnik kökene tabi olmamasına rağmen ötekileştirilmiş etnik topluluklara yapılan ayrımcılık ve zorbalık konusunda hep içi cız etti. Aynı dini mezhebe tabi olmamasına rağmen diğer din yorumlarının başkalaştırılması ve ötekileştirilmesi konusunda hep hassas oldu.
Belki de bir mezhebe tabi olma, dinsel yorumu takip etme, sosyal cemaata mensup olma gibi sonradan uydurulan ve her tür ayrımcılık içeren, başkalarını ötekileştirme potansiyeli bulunan prangaları çıkarıp bireysel tarihinin çöplüğüne atıvermesi bu yüzden olmuştur. Eylül hazanını yaşama ve resmetme şansına sahip olamadı ama şubat aylarında esen sert rüzgarlar karşısında sokaklara çıkması ve kalemine sarılması; aralık soğuğunda bu günlere kadar uzanacak bir hercümercin temellerinin atılmasına karşı ilkesel duruşu; soma'ltından emeklerin kerameti kendinden menkul bir kapitalizm uğruna hiç edilmesi karşısındaki yaşadığı duygusal kopuş ve yazın ortalığı kasıp kavuran sıcak bir günün ardından yıllar sürecek olan yaş-kuru, sap-saman metaforunun adeta bir hınç mekanizmasına dönüştürülmesi karşısındaki eleştirel duruşu bu nedenle olmalıydı. Kısaca zorbalık, ayrıştırıcılık, ötekileştirme, sindirmeye çalışma gibi her tür güç gösterisi karşısında kendisine daha sakin ve sığınaklı limanlar aradı çocuk. Tam bir mücadele insanı olamadı ama haksızlık karşısında susan dilsiz bir şeytan omamaya da özen gösterdi.
...
O sakallı ve kısa boylu kayınpedere ne mi oldu? Altmışlarında, bir zamanlar sudan sebeplerle zorbalık yapmaya çalıştığı gelininin eline avucuna muhtaç biçimde öldü gitti. Gelini ise şimdi seksenin üzerinde, gayet dinç biçimde yaşamına devam eden, onlarca torunu ve çocuklarıyla birlikte ölümden başka bir tasa taşımadan yaşayan bir nur yüzlü babaannedir. Nereden mi biliyorum? Bu kadar hikayeyi aktaran birisi, öz annesini bilmez mi hiç?
Yorumlar
Yorum Gönder