beyaz güvercin
Prof. Dr. Zekai Özdemir
Yine Sonbahar. Ağaçların yapraklarının döküldüğü gibi bende de bu mevsimde annemle ilgili kelimeler dökülmeye başlar. Yapraklar nasıl solar ve kıpkırmızı olur, bende de özlem dolu kelimeler kızarır. İçi yanan her insan için kelimelerin kızarmaması mümkün mü? Kelimeler kaynayan yürekten dışarı çıkanlardır. İçerde kalanlar ise, yanmaya, kızarmaya halen devam ediyor.
Yorgun olmadığım ve muhabbetimin zirve yaptığı bu gün eve gittim. Önce yemeğimi ısıtıp yedim ve çay yapıp içmeye karar verdim. Çayı ocağa koyup sallanan sandalyeme oturdum. Elime bir kitap aldım. Kitabı açmamla birlikte önce sayfa, sonra paragraflar, sonra cümleler, sonra kelimeler sonra harfler zangır zangır titremeye başladı. Sallanan sandalyeden dedim, sandalyeden indim. Titreme kitaptan duvarlara duvarlardan tablolara ve eşyalara kadar uzandı. Odam, bina artık titriyor ve sanki benim üzerime üzerime geliyordu. Önce bir ürperme sonra bir titreme ve sonra korku beni kolları arasına aldı ve beni de sallamaya başladı. Duvarlar kıskaç yapmış gibi adım atmamı engelliyordu. Bu yüzden kaçmak istiyordum ama kaçamıyordum. Birden gözlerimi kapatmak aklıma geldi.
O an sanki gönlüm açıldı ve önce çaydanlığın altını kapatıp sonra kendimi dışarı attım. Dar koridor sanki beni boğmak için iyice daralmış geldi bana. Asansörü dahi beklemeden merdivenlerden inmeye başladım. İkinci kattan inmem bana sekizinci kattan iniyormuşum gibi uzun geldi. Oto parka indim ve arabama binip hareket ederek binanın bulunduğu sokağa çıktım. Sokağın kalabalık mı sakin mi olduğunu görmeyecek kadar dağınık bir kafa dağınık bir ruhum vardı. Arabam sanki yolu biliyormuş gibi gidiyordu ama ben onun nereye gittiğini anlamayacak kadar dalgındım. Minibüs yoluna çıktığımda yolun bomboş fakat ruhumun kalabalıklar içinde olduğunu fark ettim. Hem yol hem ruh hem araba hem kendi gidiyor gidiyordu. Birden öğlen ezanının okunduğu duydum ve sanki gökte bir ışığın beni takip ettiğini gördüm. Bu ışık yıldız mı yoksa bulutların çarpışmasıyla oluşan elektrik miydi? Yoksa, mutsuzluğun , huzursuzluğun giderek ruhumda ki sarsıntın arabamın TEM bağlantı yoluna girdiğinde bir şiir miydi anlamadım. Birden dudaklarımda şu mısraların döküldüğünü fark ettim; Mezarlıklarda bile bir bahar vardır.” O an anladın yol, araba, ben ve gökteki ışık oyunu topluca annem ve babamın yattığı kabristana gidiyorduk.
O an ruhumun derinliklerinde ip ince bir sızı meneviş kokusunun bahçeye sarması gibi beni sardı. Bu bir acı değildi bu bir ince sızıydı. Acının nerede olduğu bilinir de sızının, vücudun neresinde olduğu bilinmez. Sızı bu, bedenimin her yerini bir seyyah gibi ziyaret ediyor ve o tarif edilmez azabı her yere öbek öbek bırakıyordu .Arabamın yolcuları arasında ki bu sızı, yolcularının en özeli, en korku vereni, en acımasız en zalimi bu olanıydı. Yol nasıl bitti mezarlığa hep beraber nasıl geldik, sanırım gökteki bizi takıp eden bulutta anlamadı. Arabamı Ortadağ Mezarlığının içine park ettim. Mezarlık bahçıvanı o garip adam her hafta yaptığı gibi “hoş geldin” dedi. Ben hızla yürüdüm ve annem ve babamın mezarlarının ayak ucuna geçtim. Meşk ile şevk ile huşu ile cezbe ile, dakikalarca ruhlarına dua ettim. Bu gün annemin ölümün sene-i devriyesi olması dolayısıyla ruhumda ki meneviş kokan sızı mavileşti. Mavileşti, mavileşti ve gecenin matemsi rengine büründü. O an bir uykum geldi, bir uykum geldi anlatmam imkansız. Değil eve gitmek arabaya dahi gidemeyecek kadar uyku ruhumun üzerine çöktü. Başımı annemin ayak tarafındaki mermer taşa koyup, vücudumu hafifçe Kıble’ye döndürüp toprağa uzandım. Ve uyudum. Uyudum ve bir rüya gördüm. Rüyamda annem mezarından çıktı ve bir beyaz güvercin oldu. Uçtu uçtu ve ruhunu teslim ettiği Göztepe’de ki kiraladığım evin penceresinden içeri girdi. O her zaman oturduğu koltuğuna oturdu. Ben ve ona yardımcı olan Gürcü kadın birlikte hoş geldik dedik elini öptük ve sohbet etmeye başladık. Her şeyi konuştuk. Annem o aynı annemdi. Konuşkan güleç. Birden annem Zekai git kaymaklı ekmek kadayıfı al, gel. Kızım sende bir çay yap birlikte yiyelim dedi. Ben ayakkabımı giyinip çıktım. Göztepe'deki Tütüncü Mehmet Efendi caddesine gidip, annemin o çok sevdiği tatlıyı alıp, eve geldim.
Annem köyünden annesinden babasından bahsetti. Sonra kızım çantamı getir benim gitmem gerek dedi. Bakıcı Gürcü hanım annemin çantasını verdi. Annem çantasından dörde katlanmış bir kağıt çıkarıp bana verdi. Gözlerimin içine baka baka “baban sana gönderdi bu mektubu” dedi. Ve tekrar beyaz bir güvercin oldu. Camın içinden geçerek uçtu, uçtu ve gelip tekrar mezarına girdi. O an birinin beni sarstığını beyefendi, uyan uyan. Hasta mısınız? Bir şeyiniz mi var diyerek, mezarlık görevlisi beni uyandırmaya çalıştığını anladım. Gözlerimi kırparak açtım. Yattığım yerin toprak yastığımın mermer mezar taşı olduğunu fark edip, ayağı kalkıp üzerimdeki tozu silkelerken her şeyi hatırladım. Görevlinin yardımıyla elimi yüzümü yıkadım ve arabama binip mezarlıktan çıktım. Her hafta Cumartesi günleri annem ve babamın mezarlarını ziyaret ettikten sonra kahvaltı yaptığım kafeye girdim. Beni tanıyan garsonlar halimi anlamış gibi “hayırdır ağbi” dediler. Bana bir çay getirir misiniz dedim ve ardından kaymaklı ekmek kadayıfı var mı diye sordum. “Var. Yeni geldi” dediler. Tepsiyi tartın, ve yirmi, yirmi beş adet plastik tabak ve çatal koyun dedim. Çayımı içip kalktım. Arabama binip tekrar mezarlığa gittim. Ve bir cenazenin defnedildiğini görüp bende mezarına toprak attım. Sonra cenaze sahibinin kim olduğunu sorup “izin verirseniz cenaze cemaatine tatlı dağıtabilir” miyim dedim. O da kabul etti. İmam efendi telkini bitirince taziye dilekleri verildi. Bende imam dahil herkese birer tabak tatlı ikram ettim.
İmam efendi “hayırdır” dedi. Bende rüyamı anlattım. Annemin en çok sevdiği bu olduğu ve bu tatlıyı istediğini söyleyince, imam efendi cemaate “haydin hep beraber bu beyin annesinin mezarının başına gidip” dua edelim dedi. Hep beraber gittik, duamızı okuyup, arabalarımıza binip mezarlıktan ayrıldık. Ben mezarlıktan büyük ablama geçtim çay içtim. Rüyamı anlatmadım. Sonra mezarlığı anlamak, ölümü anlamak ve zamanın acısını anlamak diye diye eve geldim. Odama geçtim o an babamın gönderdiği mektupta yazılanlar, gözlerimin önünde birer ayet gibi geçtiler; Gülten, Asuman, Bekir ve Meral. Kardeşlerimin isimleri yazılıydı. Akşam olmuştu ve ben annem için yazdığım her cümle canımdan kopardığım çiçeğim dedim ve yattım.
Yorumlar
Yorum Gönder