Nokta


Prof. Dr. Zekai Özdemir

İsteklerine boyun eğmiyordu. Onlar geçmişini o ise geleceğini istiyordu. Onlar hayalete döndürdüklerini geri isterken o ruhunun derinliğinde gizlenen özgürlüğünün peşindeydi. O düşüncelerini dile getirememenin acısının bir kez daha yaşamak istemediği için prangaları kırıyordu. 

İtaat etmesini başardığı günler onun en sevimli günleriydi. Diğer günler ise vefasızlıkla suçlandığı ve pişmanlıkla cezalandırıldığı günlerdi. O ne iyi ne de kötü günleri itiraf etmediği ve hatta sessizliğe gömüldüğünde onlar yeraltından yecüc ve mecüclerle konuşuyorlardı.

Akademik namusuna halel yeterince gelmiş ve o nedenle kırık haysiyeti daha fazla kırılmasın diye onlardan kaçmıştı. 

İç cıvıltıları acı kokuyordu. Acıları ise yalnızlık... Gençliğinin ümit kokan gülleri lekelendikçe yalnızlaşıyor, yalnızlaştıkça acıları içinde cıvıldaşıyordu. En seçkin en yüce ruhlar bile bu acıya dayanamazdı. Bir de bu iğrenç kokunun çevreye zarar verdiği konuşulmuyor muydu, o daha çok içini acıtıyordu. Bütün bunlara karşı savaştıkça yara alıyor ve alkanlar içinde kalıyordu. akademik hayalleri, akademik düşleri, akademik umutları dahi acı doluydu. Istırap çekiyor fakat sessizce inliyordu. Her gün terk edilişinin farkındaydı ama "vefasız" ünvanını almamak için katlanıyordu. 

Bulunduğu akademik dünyanın çemberinin çapı, dairesi çok büyüktü ama o bu çemberde, dairede, bir nokta gibi kabul görmüyordu. Kısacası "nokta" bile değildi. Yalnızlığın karanlığına düştükçe aydınlanıyor, aydınlandıkça kendi içinde dolu dolu yaşamayı tercih ediyordu. Hayır, hayır yanlış oldu. Kendi içinde dua etmeyi öğrendikçe duanın gizemli, sırlı derinliklerindeki aydınlığına ulaşıyordu. 

Böylelikle mutlu olmanın kaynağını keşfetti. Bu ruhunun kahramanca direnişinin meyvesiydi. Gençliğinin cehenneminin yaşlandığında cenneti olacağına inancıyla yaşamıştı ama bu sırrını kimseye söylememişti. Hatta yaşı ilerlemiş olmasına rağmen gençliğinde hayatın hakikatleri üstüne ne kadar bilgisiz olduğu düşüncesi, şimdilerde onun yalnız kalmasının huzur kaynağı oluyordu. Aynaya da bakmıyordu. Çünkü gençliğindeki kendine, o kadar az benziyordu ki aynaya baktıkça o günleri hatırlamak ve üzülmek istemiyordu. Sırf bu yüzden sakal bile bıraktı. Artık yerlerde savrulan saman çöpünü görmüyordu, aynada. Şaşırması bu yüzden hem doğal hem anlamlıydı, onun için. Yaralanmış utanma duygusunun dahi, artık kırmızıya çalmadığını fark ediyordu. Yeni bir ruh yeni ve rengarenk bir mozaik olmuştu, artık. Sevinse miydi, üzülse miydi sizce?

Artık tek dostu vardı ve oda düşüncelerinin ve gönlünün sırdaşı olan kalemi... Bu bir savunma ve savaş silahı değildi. Zaten ortada savunma veya savaş yapacak saldırıda kalmamıştı. Savaşında savunmada artık kendiyle hesaplaşmaktı. O düşünce ve kalbinin güzel kokusunu satır ve sayfaların arasında aranjman yapıyordu.

...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tuba Ağacı

boyacı memet

Yeşil Yol