Menzil
Prof. Dr. Zekai Özdemir
Yine Hasan'ın kalbi, rast, yine Hasan'ın gönlü, saba, yine Hasan'ın yüreciği, Hüzzam Makamında çarpıyor. Hasan hep düşünmüştür; sonbaharda yaprakların sarardığı süreçte de rüzgar rast, saba ve Hüzzam makamlarında estiğini.
Hasan Adıyaman'ın Kahta ilçesinin Menzil köyünde 3 çocuklu bir ailenin ortanca çocuğu olarak Dünya'ya gelmişti. Bu gün 50 yaşını devirirken Hasan, en çok Köyü'nün ismine saygı göstermiştir. Menzil; hedef, Ülkü demekti. Hedef solcuların, Ülkü, sağ muhafazaların. "Menzil" ise "ukba" demekti.Hedef ve Ülkü dünyalık, menzil ise uhrevi ve ahretlikti.O nedenle Köyü'nün ismini çok severdi.
Hasan ilkokulu bitirince Muhtar'ın desteğiyle kasabada ortaöğretimini tamamladı. Sonra İTÜ' maden Fakültesi'ni Kazandı ve İstanbul'a geldi. İstanbul Hasan için hep hem hedefti, hem ülküydü hemde menzildi. Çok başarılı olan Hasan İngilizce ve almanyacayı öğrenirken birden İTÜde Türk müziği konservertuarı OLDUĞUNU öğrendi. Saman balyaları arasında türkü söylediği cami Duvarları arasında okuduğu ezani günleri hatırlayarak yan dal eğitimi yapmaya karar verdi. Fakülte dekanın yardımıyla konservatuara kayıt oldu. İşte o gün bugündür müzik ritmi, kalp ritminin menzili olmuştu.
Lisede okurken kaymakam dersleri gelirdi.Onun tavsiye ettiği Ömer Seyfettin'i, Peyami Safa'yı, Oğuz Özdeş'i ve Kerime Nadiri okumuştu. Fakültede Konservatuarı'nda hocasının masasında gördüğü Kemal Tahir, Nurettin Topçu, Tanpınar, Balzac, Dostoyevski ve Puşkin'in kitaplara merak sardı. Ömer Seyfettin'in öykülerinden kendini, Kemal Tahir'den toplumunun tarihini Balzac ve Dostoyevski'den Avrupa insanının psikolojisini öğrenmişti.Sonra Şadi ve Şirazi' den Bostan ve Gülistan ile Acem insanını tanıdı. Arap edebiyatından hiç bir şey okumadı, okumakta istemedi. Bütün bu okumalarından sonra gördüki Kitapları en büyüğü Kur'an. Ömer, Kemal ve Dostoyevski baş ucu kitabi iken, Kur'an baştacı kitabı olmuştu. Hepsini kapattı çünkü Kur'ân'ı açmıştı artık.
Türk Müziği'ni romanlaştıran Tanpınar'dan milli müziği öğrenirken, Fransa'da doktorasını yaparken Batı Müziği'ni dinlemişti. Ve o gün bu gün ne Mozart ne Beethoven ille de Vivaldi, ille de Vivaldi derdi. Türk Müziği'nden Abdulkadir Meragi'den, üçüncü selimden Itri'ye dinlemiş ama ille de dede efendi ille de dede efendi diye söylenip durmuştur. Bu müzik sevdası onu önce cerrahi sonra halveti (Melami) tekkelerine daha sonra da Nakşi dergahına götürdü.
Profesör olduğu ilk hafta Hasan çok sevdiği Melami meşrepli bir tıp doktoru arkadaşını ziyarete gitti. Uzun uzun sohbet ettiler. Sözleri hastanede kelam oldu, kelamları zikir oldu, zikirleri hastalara şifa oldu. Doktor arkadaşından veda edip ayrılınca hastanenin otoparkına doğru giderken birinin " Hasan hocam" dediğini duydu. Arkasını döndü, sesin geldiğini yöne baktı. Ses sahibi genç bir kız, yanında orta yaşlı bir kadınla kendine doğru geldiğini gördü. Kız isminin Fatma Gül olduğunu maden fakültesini üç yıl önce bitirdiğini söyledi. Hasan Fatma güle ne iş yaptığını daha sormaya vakit bulamadan kız, Hasan'a hastanede ne yaptığını sordu. Hasan'da bir gönül ehlini ziyarete geldiğini söyledi ve ilaveten kızım sen ne geziyorsun burada dedi. Kızda hocam iki yıldır amansız bir hastalığa yakalandım. Annemle beraber o hastane senin bu hastane benim tedavi için geziyoruz dedi. Burada iki ay önce bir doktor senin ameliyat edecek tek bir doktor var, oda İngiltere'de demişti. Bizde geçen hafta geldik ve İngiltere'deki doktorun telefonunu aldık, telefon ettik, bizden doksan bin sterlin ameliyat parası istedi. Biz de şimdi annemle doktora gelişmeyi anlatmak için geldik, dedi. Hasan olduğu yerde kaldı; peki kızım bu çok para nereden bulacaksın dedi. Fatma Gül bizde doktora bulamayacağımızı kendinin İngiltere'deki doktorla görüşerek yardımcı olmasını istemek için geldik dedi.
Hasan'ın keyfi kaçtı, morali bozuldu, canı sıkıldı ve kızın çökmüş halinden daha çok kendi çöktü. Kızım ben Nasıl yardımcı olabilirim dahi diyemeden kızın telefon numarası alıp gitti. O günden sonra kafası karıştı. Bu zavallıya bu fakire Nasıl yardımcı olabilirim diye, düşünüp durdu.
Derken aklına yıllar önce görüştüğü fakat bu gün görüşmediği bir maden sektöründe iş Ada'mı hemşerisi aklına geldi. Madenci hemşerisi tam yirmi yıl önce iflas edecekti ki, Hasan hazırladığı bir raporla onu kurtarmıştı. Holdingin sahibi Hasan'a bu hizmetinin karşılığında açık bir çek vermişti fakat firma iflasın eşiğinde olduğu için Hasan Çek'i almamıştı. Ertesi gün firmanın koordinatörü ve yine hemşerisi olan Ayhan, Hasan'ı aramış şöyle demişti; hocam bu Ada'ma siz ne yaptınız ki bu Ada'm bir daha sizle görüşmeyeceğini söyledi. Bende niçin diye sorunca dedi ki;" Hoca para kazanmasını bilmiyor, kazandırmasınıda bilmez" dedi. Hasan'a olanları anlattı ve o gün bugündür işadamı hemşerisiyle görüşmedi. Şimdi gidip o Çek'i yardım amaçlı istesem ne olur ki diye düşündü ve eski dostunu aradı ziyaretine geleceğim dedi.Oda buyur etti. Hasan hoca bir ümitle girdi, holding sahibi hemşerisinin ofisine. Hoşbeşten sonra hemşerisi Rusya'da, Yemen'de Afrika'da yaptığı işleri anlattıktan sonra, Hasan hocaya sen ne yapıyorsun dedi.Hoca biraz fakülteden biraz çocuklarından anlattıktan sonra, hasta öğrencisinden bahsetti. Parayı bulup ameliyat olamazsa ölecek dedi.Bu ziyaretin maksadı da bu dedi ve yardım talep etti. Hemşerisi çok açık ve hızlı bir şekilde " hocam burası vakıf değil, holding burada para kdağıtılmaz, para toplanır" bu nedenle yardımcı olamayacağını söyledi. Hasan hoca bir kez daha yıkıldı. Odadan çıkarken omuzları öyle düşmüştür ki, sekreter bile ayağı kalkmaya tenezzül etmez.
Hasan üzgün, Hasan kırgın. Evinin yolunu tuttu. Yol boyu ne sağa ne sola bakmadan eve geldi. Fatma Gül’e Nasıl anlatacaktı olanları. Bir kaç gün evden çıkmadı. Hanımı Zehra'da sürekli başında ne oldu nedir bu halin diye soruyordu fakat Hasan ne diyeceğini bilmiyordu. Sonunda evden çıktı, fakülteye gitti. Fatma Gül'den hiç haber alamamıştı. Ne yaptı gariban diye düşünürken, dışarda yağmur yağmaya başladı. Yağmur cama öyle vuruyordu ki, korkmamak mümkün değildi. Akşamda olmuştu. Hasan yağmurluğunu giyinip koşarak arabasına bindi. Maslak’ı geçti. Yağmurun şiddetine silecekler bile yetişemiyordu. Zaten ağır giden trafik, Zincirlikuyu'da kırmızı ışığın yanmasıyla iyice durdu. O an arabanın camına birinin vurduğu fark etti. Hafifçe araladı ki birde ne görsün nur yüzlü bir ihtiyar cama vuruyor. İhtiyar "oğul" çok ıslandım çok üşüdüm beni arabaya alırmısın?" dedi. Yaşlı amcanın Derviş misali "oğul" demesinden çok etkilendi ve "gel amca" dedi.
Piri fani ihtiyar arabaya oturdu. Yavaş ilerleyen trafikte iki Sofi sohbete başladı. Bir taraftan yağmurun rahmet ve bereket olduğu diğer tarafta dünyanın ne kadar bozulduğunu konuştular. Bu arada Derviş gönüllü amca "oğul" bu kadar eğitimin var, bu kadar kültürlüsün neden kim bir milyon yarışmasına girmiyorsun diye sormaz mı! O an Hasan'ın beyninde şafaklar çaktı ve "doğru ya" dedi. İşte yağmurun piri rahmeti diye, amcanın elini öptü. Köprüyü geçtiler ihtiyar beni burada indir dedi ve indi. Yağmurda kayıp oldu.
Sabah oldu. Hasan'ın ilk işi kim milyoner olmak ister programını aradı ve ilk aşamayı geçti. Bir hafta sonra bütün soruları bilerek ekranda yarışma Hakkını kazandı.Yarışmada ki heyecan Fatma Gül'ün sağlığı için dahada artı.Hasan uhrevi bir hal ve zikri bir rabıta ile bütün sorulara doğru cevap vererek yüklü bir para kazandı. Yarışmayı yapan Kemal bey bu parayı ne yapacağını sordu, oda başından geçenleri mistik bir sesle anlattı. Gerek tv başında izleyenler gerek salonda olanların ruhları " yardım" limanında buluşup göklere doğru sel olup aktı.
Hasan Fatma Gül'ü İngiltere'ye gönderdi. On beş gün sonra Fatma Gül Hasan'ı arıyarak üç ay içinde İstanbul'da olacağını söyledi.Hasan fakülteden Zincirlikuyu' ya her gelişinde o ihtiyar binecek diye trafik lambasının kırmızı yanması için dua etti.
Fatma Gül üç ay sonra taburcu olup İstanbul'a Hasan'a haber vermeden geldi. Evine dahi gitmeden avukatıyla buluştu. Mahkemeye koştu ve Fatma Gül olan ismini "Menzil” olarak değiştirip, bir demet papatya alıp Hasan'a hocasına koştu.
Yorumlar
Yorum Gönder