Gelin Ana!

 

Yengeye “gelinana” derler bizim oralarda. Hızla söyleyince gelnana haline dönüşmüş zamanla. Kuru bir yenge lafına göre, daha içten görünür. Tıpkı emmi kelimesindeki sıcaklığı amca sözcüğünde bulamama gibi...

Hem gelnanada yakınlık, anneliğe benzer bir sığınma duygusu hissedilir.

Böyle bir kadını geçen hafta aniden kaybettik. “Kör olası hastalığın” pençesine düşmüştü. Korona değil, tüm zamanların en kötüsü olan kanser illeti idi bu. Bu da öz annemin tabiri olarak aklımda kalmış, böyle çaresiz durumları üstü kapalı ifade etmek için.

Şekerdeki derme çatma evde geçti hayatının çoğu. İki oğlan, bir de sonradan yengem olacak ay parçası bir kız büyüttü gelnana. Şeker fabrikasında işçi olan ama sıradan bir işçide asla rastlanmayacak derecede girişimcilik azmi ile fokur fokur kaynayan emmimin eşi idi. Bu, elektronik eşyadan kamyona, oradan arsa ve ev satışına kadar neredeyse her tür emtianın alım satımını büyük bir heyecanla yapan adamın karısı olmak kolay iş olmasa gerekti. Zira en sonunda, küçük oğlunun ve torunlarının gayretleriyle Konya’nın ortasına, İplikçi Camiinin arkasına kocaman bir otel bile dikmeyi başardı emmim.

Böyle hareketli bir ömrün ortasında çalkalanan emmimin hiç bir kaba sığdırılamayacak ticari meraklarını dizginlemeye çalışan gelnananın halini tahmin etmek hiç zor olmasa gerek.

Emmim her yana teahhütte bulunur, 12 Eylül rejimi başta olmak üzere devletle zaman zaman başı derde girdiği için öz savunmasını geliştirmeye çalışırdı. Benim SBF’de okumamdan büyük haz duyar ve “savcı bey” diye hitap ederdi. Ortaokul yıllarında ise bu şekilde başarı ile yoluma devam edersem Ezher Üniversitesi’ne göndereceğini vaat ederdi. Her tür sürprize açık bu kabına sığmayan adam 9 yaşımda iken elime bir 6 bin lira sıkıştırmıştı (1980’de bu para küçük bir servet demekti) ki ben de bir çılgınlık yapıp tamamını en büyük abime düğün hediyesi olarak takıverdim. Böyle emmiye böyle yeğen oluyormuş demek. 😊

Bir yeğen olarak emmimin peşine takıldığım küçüklük yıllarımda sabah namazı dönüşü kocaman bir karpuzu “kan yapacağı” düşüncesiyle aç karna mideye indirdiğimizi bile hatırlıyorum. Bir de gelnananın hazırladığı enfes yemekleri. Hastalığının ilerlediğini dönemde bile, ziyaretine gittiğimizde bir şeyler ikram etme telaşı içinde idi gelnana.

Artık ömrünün çoğunu geçirdiği şekerdeki evinden, Akyokuşa çam ağaçları arasına inşa edilmiş 3 katlı bir eve taşınmış ve daha rahat etmiş bir durumda idi. Ama bu kez, annemin tabiriyle kör illetle mücadele etmek zorunda kaldı. Çoğu iş adamı çocuklar ve torunlar büyüttü. Emmim ile geçirdiği 72 yıllık ortak hayatın ürünü idi bunlar. Beyşehir’in bir köyünden Konya’ya uzanan pek çok yurdum insanının öyküsüne benzer ömürlere benziyor belki ama öyküyü anlamlı kılan bizzat yaşanmışlığı ve hafızalardan silinmeyen hatıralar olsa gerek.

Şekerdeki o derme çatma ama önünde kocaman asmasıyla temayüz eden o güzel evin yerine şimdi modern apartmanlar dikilmiş durumda. Gelnana ise ötelere gitti. Sevdiği büyüklerinin gittiği rahmet diyarına. Karşısında aciz kaldığımız ölüm ülkesine. Bizim de dönüp dolaşıp vasıl olacağımız sonsuzluk mekanına...

25 Temmuz 2020

Mehmet Dikkaya

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tuba Ağacı

boyacı memet

Yeşil Yol