Kayıtlar

Mayıs, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Fort Amca’ya Döner Ismarlamak!

Resim
  1985 yılının sıcak yaz günlerinden güze doğru akıyordu zaman. Fort lakabı ile anılan amcasının, Konya'da şimdilerde popüler bir hale gelmiş olan ama zamanında sıradan bir mekan olan Şeker caddesine paralel ara sokaktaki dükkanına uğramıştı bir çocuk. Bir konuda dara düşmüştü ve onun ne yapıp edip kendisine yardımcı olabileceğinden emindi. Henüz 14 yaşında bir çocuğun kocaman bir adama ne işinin düşmüş olabileceğini düşünedurun ama çocuğun kafasında bir plan vardı. Aklının yatmadığı konulara kendince çözüm bulmaya çalışıyordu.  Çevresinden gerçeği işitecek birisi için bu plan korkunçtu ama çocuk olası tepkilerle uğraşmamak için planını gizlemeyi tercih ediyordu. Uzatmayayım, üç yıldır, hem de yurdunda kalarak okuduğu imam hatip okulunun ortaokul kısmından mezun olmuştu ve kendini daha özgür hissedeceğini düşündüğü kentin gözde okullarından Gazi Lisesi'ne geçmek istiyordu. Ama bir engel vardı karşısında: bu liseye ancak öğrencinin ikameti o civarda ise kayıt hakkı tanınıyordu....

Güz Yağmurları

Resim
Güz mevsimin insan doğasına getirdiği farklı bir hüzün vardır. Bir kısmı, çocukluk yıllarında insanın bilinçaltında biriktirdiği masum hatıralara ilişkin olan bu hüzün iklimi, gençlikte daha fazla heyecan ve ideal içerirken yaşlılığa yöneldiğimiz evrede gittikçe kesinlik kazanmaya başlar. Hayatın üçüncü ve son aşamasında bulunmanın, üçüncü geçiş döneminin keskinleşmesine katkısı çok fazla olsa gerektir. Toplumlar ve devletler, her ne kadar dinamik bir karaktere sahip oldukları için farkında olamasalar da bu üç evreyi bilfiil yaşarlar; yani doğar, olgunlaşır ve tükenme çizgisine doğru çaresiz adımlarla ilerlerler. Birkaç bin yıllık tarihe sahip olmakla övünen uluslar da bu kaderi yaşar. Zaten kocaman mazi mezarlıklarına sahip olmayan bir ulus mu vardır yeryüzünde? Farklı bir varoluş aşamasında bulunmalarına rağmen, maziyi çok köklü olarak düşünmeleri de güz yağmurlarının getirmiş olduğu hüzne benzer bir ironiyi bizzat yaşamalarındandır. Tarihteki Türkler veya başka ulusların gelenek...

Gelin Ana!

Resim
  Yengeye “gelinana” derler bizim oralarda. Hızla söyleyince gelnana haline dönüşmüş zamanla. Kuru bir yenge lafına göre, daha içten görünür. Tıpkı emmi kelimesindeki sıcaklığı amca sözcüğünde bulamama gibi... Hem gelnanada yakınlık, anneliğe benzer bir sığınma duygusu hissedilir. Böyle bir kadını geçen hafta aniden kaybettik. “Kör olası hastalığın” pençesine düşmüştü. Korona değil, tüm zamanların en kötüsü olan kanser illeti idi bu. Bu da öz annemin tabiri olarak aklımda kalmış, böyle çaresiz durumları üstü kapalı ifade etmek için. Şekerdeki derme çatma evde geçti hayatının çoğu. İki oğlan, bir de sonradan yengem olacak ay parçası bir kız büyüttü gelnana. Şeker fabrikasında işçi olan ama sıradan bir işçide asla rastlanmayacak derecede girişimcilik azmi ile fokur fokur kaynayan emmimin eşi idi. Bu, elektronik eşyadan kamyona, oradan arsa ve ev satışına kadar neredeyse her tür emtianın alım satımını büyük bir heyecanla yapan adamın karısı olmak kolay iş olmasa gerekti. Zira ...

Uğur Böceğim

Resim
Bugün babalar günü ve ben 4 yaşımda iken yitirdiğim babamla ilgili fazla bir hatıraya sahip değilim. Onun yerine, yetim geçen çocukluğumda bana gerçek babalık yapanları yad etsem, sanırım öz babam darılmaz. Sonuçta onunla ayrılığımız planlı bir durum değildi veya kimsenin bunda bir kusur yok. Babalık, aslında insanın arkasını yaslayacağı bir güçlü kale ve bu kalleş dünyada kişinin kendini evvel Allah güvende hissedeceği bir müessese gibi geliyor bana. Boşluğun doldurulması meselesi de bu sırda gizli... Bu konuda ilk sırayı, geniş ailesinin onca yüküne rağmen, yeğenleri olarak bizi ihmal etmeyen Mehmet Dayım alıyor. Kendisinin de bir yetim olarak hayata tırnaklarıyla kazıyıp tutunmasından mıdır bilinmez ama onun sıcaklığı ve baba boşluğunu dolduran huzuru bir başkaydı. “İdi” diyorum; çünkü 20 yıl önce bir kış günü kaybettik kendisini. Aradan geçen onca yıl, çocukluğumla buluşarak ruhumun derinliklerindeki dalgalar marifetiyle onu hayırla yad etmemi engellemiyor. Soğuk kış günlerin...

Bir Hıdrellez Masalı

Resim
  İlk mektepte okuyan yetim çocuk, Konya’nın mütevazi bir mahallesi olan Kovanağzı'ndaki evlerinin önünde bir Hıdırellez günü boynu bükük oturuyordu. Aylardan mayıstı ve bahar gelmişti her yere.  Tam o esnada bir otomobil durdu evin önünde ve otuzlarında bir adam kafasını camdan uzatarak çocuğa seslendi.  - Çavuş ne yapıyorsun? Hadi annene söyle Apa barajına pikniğe gidelim. Çavuş diye seslenirlerdi ona, dedesinin adını taşıdığı ve dedesi de o zaman yüzbaşı olan Alparslan Türkeş’in genç bir teğmen olarak komutanlık yaptığı bölüğünde askerliğini çavuş olarak yaptığı için. Piknik teklifi yapan adam çocuğun öz amcasıydı ve amcanın teklifi yeğenin mutluluktan uçmasına yetmişti. Zira en son dört-beş yıl önce, baba ölmeden az önce Çayırbağında ailecek piknik yapmışlardı ve dünya küçülmüştü adeta kendisine o günden sonra... O gün amca, yeğen, yenge ve biricik kızları Nursel ile Altınapa barajında kırk yıl sonra bile hatırlanacak bir piknik yaptılar. Amca, boynu bükük...

CEMİLE

Resim
Yazar: CENGİZ AYTMATOV Çeviren: Ülkü Tamer O basit çerçeveli küçük resmin yine karşısındayım işte. Köye gidiyorum yarın sabah; resme uzun uzun, dikkatle bakıyorum, yolculuk için bana bir şeyler söyleyecek sanki. Resim sergilenmedi. Üstelik, köyden akrabalar gelince hemen kaldırıyorum onu, saklıyorum. Sanat eseri sayılmaz gerçi, ama utanılacak bir şey de değil. İçindeki toprak kadar yalın. Arkada soğuk bir sonbahar göğü çizili; ötelerde, sıradağlar üstünde kaçan bulutları kovalayan rüzgar. Önde, kurumuş pelinlerle kaplı bozkır, son yağmurlarla ıslanmış, kararmış yol; iki yanında kırık çalılar. Çamurlu yolda iki yolcunun ayak izleri durmakta. Yol uzaklarda silinip giderken izler de belirsizleşiyor. Birer adım daha atsalardı, çerçevenin arkasında kaybolacaklardı sanki. Biri... Ama sırayla anlatayım. Her şey ben çocukken oldu. Savaşın üçüncü yılıydı. Uzaklarda bir yerlerde, Kurak'da, Orel'de, babalarımız, ağabeylerimiz düşmanla savaşırken bizler, on beş yaşındaki çocuklar, kolhozda...